Makaleler

Demirtaş Kararının İfade Özgürlüğü Kapsamında Değerlendirilmesi

DEMİRTAŞ KARARININ İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ KAPSAMINDA DEĞERLENDİRİLMESİ

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN TANIMI

İfade özgürlüğü düşüncelerin özgür bir şekilde dile getirilmesidir. Sözlü, yazılı, görsel veya sanatsal olarak ifade edilebilir. Düşüncelerin ifadesini kişiler tek başlarına gerçekleştirebilecekleri gibi başkalarıyla bir araya gelerek de gerçekleştirebilirler. Toplantı ve gösteri yürüyüşleri, dernek, sendika ve siyasi partiler şeklindeki örgütlü faaliyetler de düşüncenin toplu ifade şekilleridir. Özgürlük ise en sade tanımıyla, kişinin başkalarının etkisi altında kalmadan, kendi iradesi doğrultusunda yaşamına yön verebilmesi ve sahip olduğu hakları kullanabilmesidir. Kişi başkasının özgürlük alanına girmeden kendi alanı içerisinde özgürdür. Ancak başkasının özgürlük alanının başladığı yerde özgürlüğü son bulur. Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda ifade özgürlüğünü, kişinin bir konuda, başkalarının özgürlük alanına girmeksizin, kendi duygu ve düşüncelerini özgür bir şekilde başkalarına aktarabilmesi olarak tanımlayabiliriz.

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN KAPSAMI

Bilgi verme ve eleştiri sınırları aşılmaksızın görüş açıklamalarında bulunarak bir fikre taraftar kazanmayı, bireylerin tutum ve davranışları üzerinde kontrol kurmayı fikirleri sistemli bir şekilde başkalarına benimsetmeye çalışılabilir. Ancak bilgi verme ve eleştiri içeriğinin hakaret ve suç unsuru barındırmayan ifadeler olması gerekmektedir. Devletin güvenliğini tehlikeye koyacak bilgiler bilgi vermeyi aştığı gibi hakaret ve onur kırıcı içerikli eleştiri de amacını aştığında ifade özgürlüğünden bahsedilemeyecektir. Uluslararası kabul gören sözleşmelerde ifade özgürlüğünün kapsamı net bir şekilde açıklanmıştır. 1789 Fransız insan ve Yurttaş Hakları Bildirisi‟nin 11. maddesinde, ifade özgürlüğü, “düşünce ve fikirlerin serbest biçimde açıklanması insanın en değerli haklarından birisidir. Bundan dolayı her vatandaş serbestçe konuşabilir, yazabilir ve bunları yayınlayabilir. Ancak kişiler, kanunda belirtilen hallerde bu hürriyetin kötüye kullanılmasından sorumludur” şeklinde yer almaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‟nin 10. maddesi, 9. maddesinde düzenlenen düşünce özgürlüğünü tamamlayarak, düşüncelerin serbestçe açığa vurulması hakkını güvence altına almıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‟nin 10. maddesi aşağıdaki gibidir:

10/1. Herkes, görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğünü, kamu otoritelerinin müdahalesi olmaksızın haber veya fikir alma ve verme özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon veya sinema işletmelerini bir izin sistemine bağlı tutmalarına bir engel değildir.

10/2. Kullanılması ödev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler; demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, ülke bütünlüğünün veya kamu güvenliğinin korunması, asayişsizliğin veya suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının ün ve haklarının korunması, gizli kalması gereken haberlerin yayılmasına engel olunması, veya yargı organının otorite ve tarafsızlığının sağlanması için kanunla öngörülen bazı usullere, şartlara, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.Yani sınırlamalar gerekli olduğu ölçüde yapılmalıdır.

 

BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, BM Genel Kurulu‟nun 16 Aralık 1966 tarih ve 2200 A (XXI) sayılı kararıyla kabul edilerek imzaya açılmış ve 35 devletin onay işleminin tamamlanmasıyla , 23 Mart 1976 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 53 maddeden oluşan sözleşme, bireyin devlete karşı ileri sürebileceği klasik nitelikteki medeni ve siyasi hakları güvence altına almıştır. Sözleşmenin getirdiği bir yenilik, sözleşmenin uygulanmasını izlemekle görevli bir İnsan Hakları Komisyonu'nun kurulması olmuştur. Sözleşmenin ifade hürriyetiyle ilgili 19. maddesi şu şekildedir:

 

19/1. Herkesin müdahalesiz görüş edinme hakkı vardır.

 

19/2. Herkesin ifade özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak ister sözlü, yazılı yada basılı sanat biçiminde, ister seçilen başka iletişim yoluyla olsun, sınır tanımaksızın, her türlü bilgi ve düşünceyi araştırma, alma ve verme özgürlüğünü de içerir.

 

19/3. Bu maddenin ikinci fıkrasında öngörülen hakların kullanılması, ödev ve sorumlulukları da içerir. Bu nedenle belli kısıtlamalara bağlı olabilir. Bunlar yasayla öngörülen, ve

a. Başkalarının haklarına ve adına saygı göstermek;

 

b. Ulusal güvenliği ya da kamu düzenini ya da kamu sağlığını ya da genel ahlakı korumak; için

gerekli olan kısıtlamalar olabilir.

 

Yine AGİT, süreci içerisinde yer alan, 1990 tarihli Paris şartında ifade özgürlüğü, “Demokratik yönetim düzenli olarak yapılan hür ve adil seçimlerle ifadesini bulan halk iradesine dayalıdır. Demokrasinin temelinde insana saygı ve hukukun üstünlüğü yatar. Demokrasi, ifade özgürlüğünün, toplumun her kesimine karşı hoşgörünün ve herkes için fırsat eşitliğinin en iyi güvencesidir.” şeklinde yer almaktadır. Yukarıda belirlenen şekilde ifade özgürlüğü bütün uluslararası sözleşmelerde birbirlerine benzer anlatımla güvence altına almıştır. Ancak metinler incelenirken ifade özgürlüğünün kısıtlanabileceği salt bir özgürlük olmadığı net bir şekilde belirtilmiştir.

 

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN SINIRLANDIRILMASI

Sınırlamaların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi‟nin 10. maddesinin ihlaline yol açmaması için şu üç koşulu taşıması gerekmektedir:

 

İlk olarak; öncelikle müdahale demokratik toplum bakımından zorunlu olmalıdır. Bir siyaset etiği kuralı olan demokratik toplum düzeninin gerekleri ile sınırlandırma uyumlu olmalıdır.

 

İkinci olarak; sınırlama kanun ile belirlenmiş olmalıdır. Kanunla belirlenmiş olma, kanunların öngörülebilirliği ve ulaşılabilirliği ile ilgilidir. Kanuna aykırı eylem ve söylemler ifade özgürlüğünü sınırlandıran en önemli unsurdur.

 

Son olarak; sınırlama meşru bir amaca yönelmelidir. Sözleşmenin 10. maddesinin ikinci fıkrası meşru amaçları saymıştır. İfade özgürlüğünün sınırlandırılmasını meşru amaçların haklı kıldığını gösterme yükümlülüğü devlete aittir.

 

Türkiye‟de düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün sınırlandırılma nedenleri Anayasanın 26. maddesinin ikinci fıkrasında sayılmıştır. Bu nedenler: milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir. İfade hürriyetinin sınırladıran T.C.K.‟nın 312. maddesi şu şekildedir: “Kanunun cürüm saydığı bir fiili açıkça öven veya iyi gördüğünü söyleyen veya halkı kanuna itaatsizliğe tahrik eden kimse altı aydan iki yıla kadar hapis ve iki bin liradan on bin liraya kadar ağır para cezasına mahkum olur. Halkı; sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik eden kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis ve üç bin liradan on iki bin

liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Bu tahrik umumun emniyeti için tehlikeli olabilecek bir şekilde yapıldığı takdirde faile verilecek ceza üçte birden yarıya kadar arttırılır.”

 

DEMİRTAŞ KARARININ BU ÇERÇEVEDE DEĞERLENDİRİLMESİ

Demirtaş, 6-8 Ekim tarihleri arasında gerçekleşen ve 53 kişinin ölümüne neden olan Kobani olayları ile teröre destek ve PKK terör örgütüne ilişkin beyanları nedeniyle yargılanmaktadır. Bu gerekçelerle yapılan bir yargılama dünyanın neresinde olursa olsun çarpıcıdır. Devletlerin kendini koruma hakkı çerçevesinde bu gerekçelerle yapılan yargılamalarda tutuklama tedbirine başvurulmaktadır. Burada tartışma konusu olan tutukluluk süresidir. Tutukluluk süresinin isnad edilen suç ile orantılı olması ceza hukukunun temel ilkelerindendir. Keza burada dikkati çeken husus zaten Anayasa Mahkemesi’nin, 9 Haziran 2020 tarihinde bu hususa ilişkin bir ihlal kararı vermiş olmasıdır. Öncelikle AİHM’in böyle bir karar yokmuş gibi davranması objektifliği konusunda ilk şüpheyi oluşturmaktadır. Öte yandan bu ihlal kararı ile birlikte tazminata da hükmedilmişti. Tazminat miktarına değinmeden “orantısız” hükmüne varması ikinci kez objektiflik konusunda şüphe husule getirmektedir. Yine AİHM’in Demirtaş’ın söylemleri ve attığı tweetler hususuna ve hala derdest olan başkaca dosyalarının da bulunduğu gerçeğine değinmemiş olması kararın doğru ve adil olduğu konusunda şüpheleri artırmaktadır.

Diğer yandan AİHM’in “derhal serbest bırakılmalı” şeklindeki ifadesi mahkemenin yetki alanı konusunu da tartışmalı hale getirmiştir. Zira bilinen bir gerçektir ki, bu mahkemenin bu tarz ifadeler kullanması alışıldık bir durum değildir ve bu tür yaptırımsal ifadeleri icraya dönüştürme yetkisi yoktur. Bu bağlamda dosya içeriğini bile bilmedikleri başkaca dosyalar nedeniyle Demirtaş’ın tutuklu olduğunu da ayrıca tekrarlamakta fayda vardır.

Nihai olarak, hiçbir uluslararası sözleşmenin ve ulusal kanunların terör ve terör propagandasını ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirmediği/değerlendirmeyeceği dikkate alınarak, Demirtaş ile ilgili verilen ihlal kararının objektiflikten uzak ve taraflı verildiğini mülahaza etmekteyiz.

 

Av. Hadi DÜNDAR

TÜRKAD Başkan Yardımcısı